Bu Blogda Ara

4 Ekim 2013 Cuma

Halk Tv Ropartajın Tam Menti Esad: Erdoğan onbinlerce Suriyelinin kanından sorumludur

'' Facebook Resmi Sayfamız ''

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Halk Tv'ye önemli açıklamalarda bulundu. Suriye'ye Türkiye üzerinden sokulan cihatçı çetelere dikkat çeken Esad, "Erdoğan onbinlerce Suriyelinin kanından sorumludur" derken, Gezi eylemlerine ilişkin ise "Erdoğan'ın yalanlarının reddedilmesidir" yorumunu yaptı.

-Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Halk TV'den Ece Zereycan'a konuştu. Esad'ın açıklamalarından satır başları:

-Erdoğan'ın tek amacı Müslüman Kardeşler'in Suriye'ye geri getirilmesini sağlamaktı. Krizden önce reformlara yönelik hiçbir kelime söylemedi. Onun ilgilendiği sadece Müslüman Kardeşler'di. Erdoğan'da hem kişisel sorunlar hem de İhvan ideolojisinden kaynaklanan bazı sorunlar var.
-Gezi olayları Erdoğan'ın yalanlarının reddedilmesiydi. Suriye meselesi de tabii ki konulardan biriydi ama Suriye işin içinde değildi.
- Türk halkı kalıcı, Erdoğan ve Davutoğlu gibileri geçicidir. Onlar bu bölgede akan kanın sorumlularıdır. Onlar ABD'nin oyuncağı olmak istiyorlar.

Röportajın bir bölümü şöyle:

Suriye’nin neden bu evrensel saldırıların hedefi seçildiğini sormak istiyorum?

Bunun birçok nedeni var. Hiç şüphesiz Ortadoğu’nun coğrafi konumu önemlidir ve tarih boyunca hep çatışma yeri olmuştur. Bu da yeni bir şey değildir. Türkiye de Suriye ile aynı durumdadır. Çünkü bu coğrafi konumda bizimle ortaktır. Fakat, Arap – İsrail çatışmasının tarihiyle bağlantılı olan şeyler de vardır. Ayrıca Batının Arap haklarına karşı İsrail’in yanında olması unutulmamalıdır.

Bu durumun bir yanı. Diğer yani ise Suriye’nin bağımsız tutumudur. Öyle görünüyor ki Batı bu süreç içinde onun iradesi ya da hegemonyası dışında olan egemen devletlerin olmasını kabul etmemektedir. Bunların dışında Suriye’nin on yıl öncesinde Irak’a yönelik savaşa karşı tutumu ve daha öncesinde Afganistan’a işgaline karşı politikası gibi başka nedenler de vardır. O zamanlar da Suriye terörle mücadeleden yana bir tutum aldı. Fakat aynı zamanda askeri anlamda teröre karşı savaş düşüncesini reddetti.

Bu nedenle, temelde Suriye’nin tutumu ve Suriye hükümetinin ya da Suriye devletinin siyasi rolünden rahatsız olan bu devletler birbirleriyle anlaştı. Anlaştı ve yaklaşık iki yıldan beri Arap aleminde başlayan olayları fırsat bilerek Suriye’de kaos yaratma ve Suriye’yi zayıflatma kararı aldı. Fakat bu devletlerin daha büyük bir hedefi vardır. Bu hedef sadece ülkenin siyasal durumu değil aynı zamanda halkın sosyal yapısıdır, yani bölgemizde var olan ortak yaşamı değiştirmek istiyorlar.

Böyle bir plan; Suriye, Irak, Lübnan, Türkiye ve bölgedeki diğer devletleri de hedef alıyor. Bu demografik yapı ve toplumsal dökümü değiştirmeleri halinde, batılı ülkeler söz konusu devletlerin siyasi performanslarını da değiştirebilecekler. Böylece halklarımız ve milletlerimiz, onların istedikleri gibi yönetilebilecek sürülere çevrilmiş olacaktır.

“Erdoğan on binlerce Suriyelinin kanından sorumludur”

Türkiye’nin bu konulara ilişkin siyasi tutumunu nasıl değerlendirebiliriz? Bu konuda Türkiye’yi nereye konumlandırabilirsiniz? Suriye’ye ilişkin tutumları, davranışları ve politikalarını nasıl değerlendirebilirsiniz?

Bu süreç içinde iki Türkiye’den söz edebiliriz. İlki ve daha önemli olanı, Türk halkıdır. Öyle ki bu halk; Erdoğan ve hükümetinin tüm yalanlarının üstesinden gelerek ve ilk Suriye’de olup bitenlerin gerçeğini bilmeyi başardı. Batılı ve Türk medyasının Erdoğan’ın yalanlarını pazarlama ve yutturma çabalarına rağmen gerçekleri öğrenmeyi başaran Türk halkının tutum ve davranışı tamamen açıktır.

Bu halkın; Suriye’ye yönelik savaşa ve Erdoğan hükümetinin Suriyelilerin kanına bulaşmasına karşı tutumu da hep onurlu olmuştur. Türkiye’nin bir yanı budur. İkinci ve daha az önem taşıyan diğer yani ise; Erdoğan ve Suriyelilerin kanlarıyla kafalarına kadar batan hükümet üyelerinden ibarettir. Erdoğan’ın temsil ettiği bu hükümet; on binlerce Suriyelinin kanından sorumludur.

Suriye’de altyapının yıkılmasından sorumludur. Sadece Suriye’de değil, tüm bölgede istikrarın baltalanmasından sorumludur. Erdoğan ve arkadaşları Mısır, Libya, Tunus ve bölgenin birçok ülkesine müdahale ettiler. Aynı zamanda devlet ve halk olarak Türkiye’yi halkın çıkarlarına karşı birçok konuya politikalara ve savaşlara bulaştırdılar.

Dolayısıyla bizler günümüzde Türkiye’yi tamamen birbirleriyle çelişen iki şekilde görmekteyiz. Halk bir yönde, Erdoğan ve hükümeti de başka bir yöndedir. Bunun bir diğer kanıtı ise Erdoğan’ın Suriye’deki teröristlere destek vermesi değil aynı zamanda Mısır ve öncesinde Irak’ın iç işlerine çok tehlikeli bir şekilde müdahale etmesidir.

"Kimyasal silahı biz kullanmadık"

Uluslararası kamuoyu, sizlerin kimyasal silah kullanmanız konusunda tüm dünyayı ayağa kaldırdı. Bu silahı kullandınız mı?

Hayır, bu silahı kullanmadık. Basit ve net bir şekilde diyebilirim ki, bu silahı kullanma gereğimiz bile yoktu. Bunu kullanmaya izin verecek koşullar yoktu. Devlet ya da silahlı kuvvetler tarafından bu silahı kullanma iradesi yoktu. Tamamen kesin ve net olarak söylüyorum, hayır bu silahı kullanmadık.

Gerçekte bu silahı kullanan, terör gruplarıydı. Bu silahlar raporun Suriye devletine karşı çarpıtılmış ve teröristlerden yana taraflı olması amacıyla Birleşmiş Milletler komisyonunun Suriye’ye ulaşmasından iki gün sonra kullanıldı. Bizim açımızdan durum gayet net ve açıktı.

ABD bu konuda hiç bir ciddi kanıt sunmamıştı. İngiliz parlamenterler de Başbakan'ın yalanlarına inanmadılar.

Diyelim ki, kimyasal silahlarınız Birleşmiş Milletlere teslim ettiniz. Bu, Cenevre sürecini hızlandıracak mıdır? Ayrıca bu bağlamda olumlu bir rolü olacak mıdır?

Ben konu ile Cenevre konferansı arasında bir bağlantı görmüyorum. Fakat şayet Amerikalılar, Rusya ve Amerika arasında sağlanan anlaşmayı ifade eden Uluslararası Güvenlik Konseyinin kararını Cenevre II yönünde bir adım olarak görüyor, ya da Cenevre II’ye ulaşmak için siyasi bir gerekçe olarak kullanacaklarsa durum farklıdır.

 Ama pratikte iki konu arasında bir bağlantı yoktur. Kimyasal silah konusu, Cenevre II konusundan farklıdır. Cenevre II, Suriye’nin kendi iç siyasi süreciyle bağlantılıdır.

Diğer yandan da komşu devletler tarafından teröristlerin akışına ilaveten para ve silahlarla desteklenmelerinin kesilmesiyle bağlantılıdır. Dolayısıyla pratik olarak iki konu arasında direkt bağlantı yoktur.

80’den fazla ülkeden cihat için geliyorlar

Dünyanın dört bir yanından yurdunuzda savaşmak için silahlı radikal İslamcı teröristler gelmektedir. Sizce hedefleri nedir? Sadece Baas rejimini düşürmek mi? Yoksa, Suriye’de ve genel olarak bölgede yani Ortadoğu’da İslami şeriata dayalı İslami bir devlet kurmak mı?

Hayır. Baas, onlar için önemli değildir. Onlar, kendilerine benzemeyen her insandan kurtulmak istiyor. Bunlar, karanlık ve islama düşman ideolojinin sahipleridir. Onlar radikal olmayan, ya da öldürmeyen, kafa kesmeyen ve ölüleri parçalamayan ve genel olarak şiddet içermeyen herhangi bir ideolojiye inanmayanları Müslüman olarak görmüyorlar.

Onlara göre İslam’a hizmet etmek, kendilerine karşı olan herkesi yok etmekten ibarettir. Dolayısıyla kurmak istedikleri devlet, evet dediğin gibi kendi kavramlarıyla İslam devletidir. Ama tabii ki ne bu devletin, ne de onların ideolojilerinin İslam ile hiçbir ilgileri yoktur.

Fakat hedefleri budur. 80’den fazla ülkeden ve dünyanın muhtelif yanlarından cihat için, sözünü ettikleri devleti kurmak için geliyorlar. Gerektiğinde de tüm Suriye halkını en kanlı ve vahşi bir şekilde öldürebilirler.

Sayılarının 70 bin civarında olduğuna ilişkin elimizde bilgiler mevcut. Bunları bertaraf etmek için ne gibi planlar yapıyorsunuz?

Bu teröristlerin sayılarına ilişkin kimsenin elinde net bir rakam yoktur. Bunun da birçok nedeni vardır. Birincisi; bu teröristler başta Türkiye olmak üzere komşu devletlerden Suriye’ye girmektedirler. İkincisi de; bu sınırların tamamı kontrol altında değildir.

Bu da, belli olmayan sayıların girip çıkmalarına yol açıyor. Her şeye rağmen önemli olan sayıları değildir. Asıl mesele, öldürdüğümüz terörist kadar yenileri sınırlardan sokuluyor. Dolayısıyla, sabit bir terörist sayısından değil de, sürekli yenilenen terörist gruplarından söz ediyoruz.

 Fakat şu anki tahminlere göre sayıları birkaç on bini buluyor. Bu rakam 40 bin mi, 50 bin mi, altmış ya da yetmiş bin mi belli değil.

8 yaşında çocuğa kafa kestirdiklerinde…

Suriye halkı bu İslamcı radikal terör gruplarına nasıl bakıyor? Bu konuda araştırmalar yaptınız mı? Suriye halkı bunları destekliyor ya da şeriatla hükmedilmeyi istiyor mu?

Genel olarak hayır. Suriye on yıl önce işgal edilen Irak’ta olup bitenlerden etkilendi. Daha önce de Suriye’de radikal gruplar vardı. Bu gruplar süreç içinde gelişip güçlendi ama hep sınırlı bölgelerde kaldı. Çünkü toplum bunları reddediyor. Bu ise, toplumun kültürüne ve mevcut inanç ve ideolojisiyle ilgilidir. Yani Suriye devletin ideolojisine bağlı değildir. Dolayısıyla pratik olarak diyebiliriz ki, bu gruplar hala sınırlı güçte.

Ancak bu teröristlerin dışarıdan girmeleriyle kimi bölgelerde bu gruplar ideolojilerini pazarlamayı başardılar. Özellikle de çocukların arasında. Yani 8 yasında bir çocuğa getirip kaçırılmış bir insanı kes dediklerinde, bu çocuk büyüyüp genç olduğunda ondan ne bekleyebiliriz. Maç seyreder gibi bir mutluluk içinde sevinç bağrışmalarıyla kaçırılmış insanların önlerinde kesildiği çocuklardan gelecekte ne bekleyebiliriz.

 Büyüdüğünde bu nesilden ne bekleyebiliriz. Sorun 20 ya da 30 geçenler de değildir. Bizler gelecek nesillerden söz ediyoruz. Burada krizi aşsak bile, ilerde karşılaşacağımız bu büyük sorunu göz ardı etmemiz mümkün değildir. Her şeye rağmen Suriye halkı bunlara karşı olmasaydı, Suriye’yi kontrolleri altına alabilirlerdi. Bunların gücü ve zayıflığı, halkın onları kucaklamasında ya da reddetmesindedir.

Suriye halkı baştan beri bilinçli olup onları kucaklamadı. Suriye’nin sınırlı bölgelerinde sıkışmış olarak kaldılar. Bu bölgeler ise genel olarak batıdan da büyük destek aldıkları Türkiye sınırına yakın bölgelerdir.

Terör akrep gibidir

Kaide ve Nusra Cephesi gibi terör grupları Türkiye sınırlarında yayıldı. Sayıları on binleri bulan çok sayıdaki bu terör grupları önümüzdeki süreç içinde Suriye’ye olduğu kadar Türkiye sınırlarına da bir tehlike teşkil edecek midir?

Bu radikal ideolojiler temelde ülkeleri ya da sınırları tanımazlar. Halkları da kabullenmezler. Onlar açısından Suriye ile Türkiye arasında fark yoktur. Bu ideolojiye sahip olanlara göre onlar bu bölgede yayılmalı ve Radikal İslami devletlerini kurmak için bulundukları bölgeyi genişletme gereğine inanırlar. Onlar ancak bu şekilde Allah’ın rızasını alacaklarını düşünürler.

Ancak bir rastlantı olarak iki gün önce uluslararası medya Suriye’nin kuzeyinde bulunan kimi radikal terör gruplarının, kendi değimleriyle Türkiye’yi kâfirlerden kurtarmak için Türkiye’de cihat başlatmaya ilişkin haberler çıkmaya başladı. Dolayısıyla bu ideolojiye toplumu yakan bir alev olarak bakarsak bu alevin genişleyerek ateşe dönüşeceği kesindir.

Yani Suriye’nin alevler içinde olduğu bir zamanda Türkiye’nin esenlik içinde ve rahat olarak kalması mümkün değildir. Bu imkânsızdır. Nitekim sizler de Suriye’deki krizin yansımalarını hissetmeye başladınız. Benzer şey Irak, Lübnan, Ürdün ve tüm komşular için geçerlidir. Bu konuyu fazla düşünmeye gerek yoktur. Gerçek şu ki bu teröristlerin bir kısmı Suriye toprakları, bir kısmı da Türkiye sınırlarında mevcuttur.

Suriye’nin kuzeyindeki çatışmalarında da onlara ateş desteği sağlanmaktadır. Türkiye sınırlarının farklı bölgelerinden girmek için manevralarda bulunup gerek ordu gerekse halka saldırıyorlar. Yakın gelecekte bu teröristlerin Türkiye’ye etkileri olacak ve Türkiye bunun bedeli ağır ödeyecektir. Terörü bir kart gibi cebininize koymanız mümkün değildir. Terör akrep gibidir, cebininize koyduğunda ilk fırsatta seni ısıracaktır.

Önemli demokratik adımlar attığınızı biliyoruz. 

Fakat geriye ve tüm olanlara baktığımızda; daha önce çok partili sisteme geçmemeniz, seçimler yapmamanız, demokratik anlamda reformlar yapmamanızdan dolayı pişman oldunuz mu? Ya da hiç özeleştiri yapıyor musunuz? Neden daha önce bunları yapmadığınızı sorguladınız mı?

Bizler krizin başından beri politikamızı birden fazla eksen üzerine yapılandırdık. Birincisi; şayet belirli bir yöntemle reform talep edenler olsa bile bu yöntemin ayrıntıları bizi memnun etmemesine rağmen bu reformları sürdürmeye karar verdik.

Çünkü biliyorduk ki o günlerde reform talep edenler, bu taleplerini kaos yaratmak için bahane olarak kullandılar. Yine de Suriye’de birçok politik akımın üzerinde uzlaşama sağladığı reformları sürdürme kararı aldık. Bundan daha önemlisi de; reformlar anayasa aracılığı ile yasalaştırıldı. Anayasa da halkın referandumuyla kabul edildi. Dolayısıyla sorun hükümet ya da Cumhurbaşkanı sorunu değildir. Ortada ulusal bir sorun var.

İkincisi; Teröre gelince; anayasada devletin görevi halkı korumak ve teröre karşı savaşmaktır. Yani halkı terörden korumaktır. Baştan beri Suriye halkını savunma ve terörle mücadele etme kararı aldık. Bu kararın yanlış olduğunu kim söyleyebilir? Bize göre Suriye’de politikalar başından beri net ve açıktı.

Fakat ayrıntılara gelince, tabi ki her zaman ayrıntılarda bazı yanlışlar olabilir. Bu da gayet doğaldır. Önemli olan hataları nasıl değerlendirebilirsin? Sonuçlar olmaksızın hataları değerlendirmen mümkün değildir. Kriz son bulmadan önce de sonuçları objektif bir şekilde değerlendirmek de imkânsızdır.

Özellikle de Suriye’de yaşananların büyük bir kısmının dış faktörlere olduğunu hatırlasak. Krizin başında daha fazla olmak üzere iç faktörüler de vardır. Fakat günümüzde pratik olarak Suriye’de yaşananların büyük bir kısmı dış nedenlerden dolayı. Dolaysıyla Dış faktörlere dayalı olarak iç hataları nasıl değerlendirmek mantıklı değildir.

Bu sözler gerçekçi değildir. Dolayısıyla bu konuyu Allahın izniyle kriz bittikten sonra çok daha sağlıklı değerlendirebiliriz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder